Sayfalar

20 Haziran 2010 Pazar

Anelka Kovuldu


Domenech'in saçmalıklarına Meksika maçının devre arasında artık daha fazla dayanamayan Anelka Fransız hocaya küfretmiş ve bu olaydan sonra kamptan uzaklaştırıldı. Ki bana göre sonuna kadar haklı çünkü bir hoca ancak bu kadar çapsız ve beceriksiz olabilir. Meksika maçında gole ihtiyaç duyulurken bir insan hangi akla hizmet Anelka'yı oyundan çıkarıp Gignac'ı oyuna alır anlamak mümkün değil. Gourcouff'un oynatılmamasına ise değinmiyorum bile...

18 Haziran 2010 Cuma

Dünya Kupası II Yedinci Gün


Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste diye atalar boşuna söylememiş. İrlanda'yı Henry'nin eliyle haksız bir şekilde geçen Fransa çapsız hocası Domenech'in de katkılarıyla Dünya Kupasından elenmek üzere. Dünkü maçta hangi akla hizmet Gourcouff'u ilk 11'de oynatmadı anlamak mümkün değil. Bu kadar kaliteli bir kadro ancak bu kadar perişan edilebilir herhalde. Meksika'da Dos Santos'un oyununu izleyen Galatasaray yöneticileri ise acabe ne hissediyorlardır???
Arjantin-G.Kore maçında ise Higuain hatrick yaparak beni utandırdı. En başından beri ilk 11'de oynaması gereken kişi olarak Milito'yu görüyordum ama Higuain dün bana güzel bir cevap verdi. Ama maçı koparan kişi yine de Messi'ydi. Her ne kadar Arjantin rahat bir galibiyet almış olsa da ben yine de zorlu rakiplerle karşılaştığında bu defans ve orta saha hattı ile işinin çok zor olduğunu düşünüyorum.
Nijerya-Yunanistan maçının sonucunu ise 39. dakikada saçma sapan bir şekilde kırmızı kart gören Kaita belirledi...

17 Haziran 2010 Perşembe

Halkın İçin Ağlamak


Bir insan Brezilya Milli Takımına karşı hem de Dünya Kupasında forma giymeden önce seramonide niye böyle hüngür hüngür ağlar hiç düşündünüz mü? Eğer aileniz sizi Brezilya'ya karşı oynarken izleyemeyecekse ya da ailenizi bırakın bütün ülkenizin halkı izleyemeyecekse böyle ağlanabilir... Şu foto diktatörlüğün ne kadar kötü bir yönetim sistemi olduğunun en iyi göstergesidir... Dünya Kupasının tartışmasız şu ana kadar en acıklı fotoğrafı...

16 Haziran 2010 Çarşamba

Dünya Kupası II Altıncı Gün


Turnuvanın en büyük sürprizi 6. günde gerçekleşti. Ben İsviçreliler'in bile İspanya'yı yenebileceklerini düşündüklerini zannetmiyorum. Nasıl oldu da bu kadar sakata sahip bir takım Avrupa Şampiyonunu yendi aklım almıyor. Buna haddini bilerek oynama da denilebilir. İspanya'da ise Iniesta hala ritmini bulabilmiş değil. Bousqets ise Barca'da olduğu gibi burada da zayıf halka durumunda. Açıkçası İspanya benim favori takımımdı ama hayal kırıklığına uğrattılar beni.
Uruguay ise G. Afrika karşısında hak ettiği bir galibiyet aldı. Zaten Dünya Kupası başlamadan yaptığım değerlendirmede Uruguay'ın sürpriz yapabilecek takımların başında geldiğini savunmuştum ancak Fransa karşısında oynanan kötü futbol kafamda soru işaretlerine neden olmuştu. Dünkü futbol ile kafamdaki bu soru işaretleri dağıldı. Forlan'ı ise takdir etmemek mümkün değil. İnanılma iyi oynuyor ve tam bir lider gibi.
Şili-Honduras maçını izleyemediğim için yorum yapamayacağım ama okuduklarıma göre Şili çok iyi oynamış ve skor çok daha farklı olmalıymış...

15 Haziran 2010 Salı

Dünya Kupası II Beşinci Gün


Dünya Kupasında destekleyeceğim takımı en sonunda buldum: Kuzey Kore. Dün Brezilya'ya karşı ellerinden geleni yaptılar. Hatta 89. dakikada attıkları golle de bizi ümitlendirdiler ama olmadı. Kendisini dünyaya bu kadar kaptmış bir ülkeden bu mücadeleyi ve oyunu beklemiyordum. Özellikle santraforları Tae-Se Jong'u çok beğendim ama oyuna biraz da zekasını eklemeli. Brezilya ise 4-2-3-1 dizilişi ile oynadı ama zorlu rakiplere karşı bu sistemle işleri oldukça zor.
Fildişi-Portekiz maçında beklediğim gibi beraberlikle bitti. Ancak bana göre artık ikincilik için avantaj Portekiz'de çünkü son maçta Brezilya ile karşılaşacaklar. Gönlüm ise tabi ki Fildişi'nin yanında.
Slovakya ise hak etmediği bir beraberlik aldı. 90 dakika boyunca üstün oynadılar ancak ne demiş atalar: atamayana atarlar... Aynen dünkü maçtada bu karar işledi.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Dünya Kupası II Dördüncü Gün


4. günün yorumuna son şampiyon ile başlamak gerekiyor. Paraguay karşısında 4-2-3-1 dizilişi ile mücadele eden İtalya Pirlo'nun yokluğunda oldukça fazla yaratıcılık eksikliği çekti. Lippi Pirlo'nun yokluğunu Montolivo, Marchisio ve De Rossi ile kapatmaya çalıştı ancak çok da başarılı olamadı. Açıkcası İtalya'nın puan kaybı benim için hiçte sürpriz olmadı. Savunması ile ünlü bir takımın tandeminde hala Cannavaro'nun oynuyor olması o takımın Dünya Kupasında çok da fazla şansının olmadığının en iyi göstergesidir. Paraguay ise oldukça sağlam bir savunmaya sahip ve duran toplar haricinde gol yemesi çok zor. Paraguay maçlarında iddaacılar kesinlikle alt oynamalıdırlar.
Hollanda ise Robben'siz çıktığı Danimarka maçında yaratıcılıktan uzaktı ama yinede 2-0 kazanmasını bildi. Danimarka maçlarda eğer ilk golü bulamazsa çok sıkıntı çekecektir çünkü yaratıcı oyuncu neredeyse hiç yok.
Kamerun bu turnuvada benim en büyük hayalkırıklıklarımdan bir tanesi oldu. Bu kadar ruhsuz bir oyun beklemiyordum. Sanki Eto'oyu kullanmamak için özel bir taktik geliştirmiş gibilerdi. Artık grupta bütün avantaj Hollanda ile Japonya'ya geçti. Japonya Danimarka maçından en azından bir beraberlik çıkarabilirse gruptan çıkar...

Dünya Kupası II Üçüncü Gün

3. günün sonunda hem üst biten bir maç hem de maçı 90 dakika domine edebilen bir takım görebildik. Ben Löw'ün Almanya'ya oynattığı 4-3-3'ü çok beğendim ancak takımın oldukça genç olması ileriki turlarda sıkıntı yaratabilir. Üzüldüğüm taraf ise Almanya'nın en iyi oyuncusunun Mesut Özil olmasıydı. Şu da bir gerçek ki bugüne kadar izlediğim favori takımlar arasında en iyisi Almanya. Gana'nın Sırbistan'ı yenmesi ise şu ana kadar Dünya Kupasında yaşanan en büyük sürprizdi.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Dünya Kupası II İkinci Gün


İlk günkü Fransa-Uruguay futbol rezaletinden sonra bugün oynanan 3 maçta oldukça zevkli ve tempoluydu. Özellikle İngiltere-ABD maçını oldukça beğendim. Arjantin karşısındaki Nijerya'nın ise niye bu kadar isteksiz ve bitkin olduğunu bir türlü anlayamadım. Maçların analizine gelecek olursak G. Kore Yunanistan'ı fizik kondisyonu ve Park ile geçti. Yunanistan'ın bu oyunu ile gruptan çıkma için en ufak bir şansı yok. Kazanılan EURO 2004'ten sonra her geçen gün Yunanlıların futbolu geriye doğru gidiyor. Nijerya karşısındaki Arjantin benim beklentilerimi karşılayamadı. Maçın henüz başında öne geçmelerine rağmen oyunu bir türlü domine edemediler. Tabi Higuan'in de felaket oynadığını unutmamak gerek. İngiltere ise Ferdinand'sız ve Barry'siz bu turnuvada oldukça zorlanacak gibi. Özellikle Ferdinand'ın yerine oynayan King oldukça fazla aksadı. Nitekim Capello ikinci yarı onu çıkarıp Carregher'ı savunmaya monte etti ancak ondan da istediği verimi alamadı.
Günün en'leri şöyleydi:
En iyi performanslar: Ji-Sun Park (G. Kore), Onyewu (ABD)
En kötü performanslar: Green (İngiltere), Higuain (Arjantin)
En büyük hayal kırıklığı: Rooney (İngiltere) ve İngiltere
En iyi takım: G. Kore
En kötü takım: Yunanistan ve Nijerya
En başarılı teknik direktör: Huh Jung-moo (G. Kore)
En başarısız teknik direktör: Otto Rehhagel (Yunanistan) ve Lagerback (Nijerya)

Dünya Kupası II İlk Gün


Çoğunlukla ilk maçlar temposuz ve sıkıcı olur ancak dünkü G. Afrika - Meksika maçı oldukça zevkliydi. Dün ilk maç modunda olan karşılaşma Fransa - Uruguay maçıydı. Ne düzgünce bir pozisyon ne de heyecan vardı. Son dakikalarda o kadar sıkıldım ki uyuya kaldım. Domenech kadar vasıfsız bir hoca bulmak çok kolay olmasa gerek...İlk günün en'leri ise şöyleydi:

En başarılı performanslar: Dos Santos (Meksika) ve Forlan (Uruguay)
En başarısız performanslar: Ribery ve Anelka
En başarılı Teknik Direktör: Parreira (G. Afrika)
En başarısız Teknik Direktör: Domenech (tabi ki)
Günün Kazananı: VUVUZELA

10 Haziran 2010 Perşembe

Şölen Başlıyor


Afrika'nın ilk Dünya Kupası saat 17.00'deki Güney Afrika-Meksika maçı ile başlayacak. Gönlüm Afrika ülkelerinin ulaşabilecekleri maksimum başarıya ulaşmalarından yana ama yarı final bile Afrika ülkeleri için olağanüstü olur. Kupadaki favorim Iniesta sakatlanmazsa İspanya. Arjantin'in ise Maradona'ya rağmen bir şeyler yapabileceğini düşünüyorum. Almanya ise yine en azından yarı final oynayacaktır. Brezilya için ise kafamda soru işaretleri var...Sürpriz yapacak takım olarak da Uruguay'ı görüyorum.

Joe Cole Arsenal'de

Arsenal bu sene transferde doğru işler yapmaya devam ediyor. Önce Bordeaux'dan Chamack'ı şimdi de Chelsea'den Joe Cole'u transfer ettiler. Anlaşılan o ki son yıllarda kazanılamayan kupaların etkisi ile Wenger transfer politikasını biraz da olsa değiştirmiş gibi görünüyor. Joe Cole gibi hem yetenekli hem de tecrübeli birisi Arsenal'e çok fazla katkılarda bulunacaktır (tabi sakatlık sorunu yaşamazsa). Bence artık savunmayıda biraz daha sertleştirmenin ve Almunia ile Fabiansk'den kurtulmanın sırası geldi...

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Chamakh İmzaladı


David Villa'nın Barcelona'ya imza atmasından sonra bu sezonun şimdilik en önemli 2. transfer. Arsenal'in doğru bir iş yaptığını düşünüyorum ama yine de Chamakh'ın Premier Ligin sertliğine adapte olup olamayacağına dair kafamda şüpheler var...

16 Mayıs 2010 Pazar

9 Mayıs 2010 Pazar

Chelsea 8-0 Wigan II Chelsea Şampiyon


Herkes Chelsea'nin ne yapıp edip bu maçı kazanacağını düşünüyordu ama kimse de böyle bir sonuç beklemiyordu. Wigan'ın hocası Martinez Tottenham'a 9-1 yenildikleri maçı en az 10 kez tekrardan izlediğini ve bir daha böyle bir hata yapmayacaklarını söylemişti ama demek ki izlerken yine kaçırdığı bir kaç nokta olmuş olacak ki yine 8 farklı bir mağlubiyet aldılar. Chelsea bu galibiyet ile hem şampiyonluğu kucakladı hem de 105 yıllık İngiltere Liginin gol rekorunu 103 golle kırmayı başardı. Bundan önceki rekora 1999/2000 sezonunda 97 gol atan Manchester United sahipti. Ayrıca bu maçta hat-rick yapan Drogba da 29 golle Premier Ligi gol kralı olarak tamamladı. Belki herkes bütün sezon boyunca Rooney'nin performansından bahsetti ama Drogba hem toplam golde hem de maç başına atılan golde Rooney'i geçme başarısını gösterdi.
Her şey bir yana Chelsea'nin gol rekorunu bir İtalyan hoca ile kırması ise çok şaşırtıcı oldu. Ancelotti bu sezon takımını çok iyi yönetip şampiyon yaparken ayrıca Abromovich'in de istediği tarzda futbol oynatarak koltuğunu iyice sağlamlaştırdı.


Bu başarıda en büyük pay sahiplerinden biriside orta saha oyuncusu olmasına rağmen sezonu 22 golle tamamlayan Lampard'dı. İkinci dönem Malouda'nın gösterdiği performansda gözden kaçmamalı...

Chelsea 8-0 Wigan
(HT 2-0)Chelsea are champions
  • Anelka 6
  • Lampard (pen) 32
  • Kalou 54
  • Anelka 56
  • Drogba 63
  • Drogba (pen) 68
  • Drogba 80
  • A Cole 90

















8 Mayıs 2010 Cumartesi

Bucaspor Süper Ligde


7 senedir Altay ile Karşıkaya'nın bir türlü yapamayıp koca İzmir'i Süper Ligde takımsız bırakmasından sonra Bucaspor gelecek seneden itibaren İzmir'i Süper Ligde temsil edecek. Sezon içerisinde maddi yönden oldukça güç dönemler geçirmesine rağmen Bucaspor yönetimi kadroyu bozmamayı başararak takımın Süper Lige çıkmasında oldukça pay sahibi. Ancak bu bütçe ile bu takımın Süper Ligde tutunma şansı yok. Bu nedenle İzmirlilerin ne yapıp edip bu takımı maddi yönden desteklemeleri gerekiyor...

Sevilla 2-3 Barcelona


Maçtan önce Sevilla'nın Barca'yı zorlayabileceğini hatta en azından bir puan alabileceğini düşünüyordum ama bu akşam bir kez daha gördüm ki Barcelona-Real Madrid ikilisi ile diğer takımlar arasında uçurum var. Bizim ligimizde dahil olmak üzere neredeyse bütün liglerde büyük bir çekişme ve takımlar arasında denge var. Mesela Hollanda'da Twente ilk kez şampiyon oldu, keza Fransa'da yıllar sonra Marsilya şampiyonluğa ulaştı, Almanya'da her sene olduğu gibi son haftaya kadar büyük bir çekişme yaşandı, İngiltere'de dananın kuyruğu halen kopmuş değil, bizim ligimizde de artık her sene bir takım çıkıyor ve 3 büyüklere kafa tutuyor. Ancak İspanya La Liga'da ise geriye doğru bir gidiş var ve La Liga gittikçe İskoçya Premier Ligine benzemeye başladı.
Maça gelecek olursak Barcelona;

Valdes

Dani Alves Pique Puyol Maxvell

Bousqets

Xavi Keita

Pedro Bojan

Messi


dizilişi ile başladı ve henüz 5. dakikada Messi'nin harika golü ile öne geçerek psikolojik olarak rahatladı. Erken gelen golün vermiş olduğu rahatlık ile Barcelona 70. dakikaya kadar maça hakim oldu oldu ve 2 gol daha bularak skoru 0-3'e taşıdı. Bunun yanında en az 5 net pozisyon kaçırdı. Ne olduysa 68. dakikada Kanoute'nin golünden sonra oldu ve Barca inanılmaz bir şekilde çok fazla strese girdi. Bir de üstüne 3 dakika sonra gelen Fabiano'nun golü eklenince Barca'da ayaklar titremeye başladı ve maçın kontrolü 10 kişi oynayan Sevilla'ya geçti. Ancak Sevilla beraberlik golünü bulamadı ve Barcelona şampiyonluğunu ilan etti sayılır.
Bugün bir kez daha anlaşıldı ki Ibrahimovic olmadığı vakit Barcelona ileri ucu ve Messi çok daha iyi oynuyorlar. Ibra'sız forvet hattı hem çok daha hareketli hem de maç sıkıştığı vakit oyun içerisinde pozisyon değiştirebiliyor. Ancak Ibra oynadığı vakit sadece santrafor mevkinde görev yapabildiği için Messi'de sağ tarafa sıkışıyor ve Barca'nın ileri uçtaki efektifliği oldukça azalıyor. Bu da gösteriyor ki her oynanan finalde gol atan ve gerektiğinde forvet hattının her yerinde oynayabilen Etoo'nun sırf artistlik hareketler yapabiliyor diye Ibra ile değiştirilmesi ve üstüne bir de dünyanın parasının sayılması oldukça hatalı bir transferdi Barcelona adına. Gelecek sene Guardiola ne yapıp edip Ibra'dan kurtulmalı ve yerine sistemine daha uygun bir forvet oyuncusu transfer etmeli. Ayrıca sol beke de kesinlikle bir transfer şart...

6 Mayıs 2010 Perşembe

Yok Böyle Bir Maç # 5: Motherwell 6-6 Hibernian


Bu sezon oynanan belki de en etkileyici maç. 65. dakikada Hibernian 6-2 önde ama maçın sonunda skor 6-6. Bir de 87. dakikada Motherwell'in Lucas Jutkiewicz ile kaçırdığı bir penaltı var. Onu da atsa 2-6'dan gelip 7-6 kazanacaklarmış... Bu sezonun tartışmasız en iyi maçı şu anda...

4 Mayıs 2010 Salı

Premier Lig'de Top 10


The Sun gazetesi bu sezon Premier Lig'in en başarılı 10 oyuncusunu seçmiş. İşte liste:

10-) Gareth Bale - Tottenham
9-) Thomas Vermaelen - Arsenal
8-) Bobby Zamora - Fulham
7-) Branislav Ivanovic - Chelsea
6-) Joe Hart - Birmingham
5-) Scott Parker - West Ham
4-) Carlos Tevez - Manchester City
3-) Malouda - Chelsea
2-) James Milner - Aston Villa
1-) Rooney - Manchester United

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Twente Tarih Yazdı


1965 yılında kurulan Twente kulüp tarihinin ilk şampiyonluğuna bu yıl oynadıkları 34 maçın 27'sini kazanarak ulaştı. Sezon boyunca sadece deplasmanlarda Ajax'a ve Az Alkmaar'a kaybederken evlerinde oynadıkları 17 maçın 16'sını kazanarak oldukça başarılı bir performansa imza attılar. Evlerinde kazanamadıkları tek maç ise ligin 2. haftasında PSV Einhoven ile 1-1 berabere kaldıkları maçtı. Bu performansta en önemli pay sahiplerinden bir tanesi 34 maçın 34'ünde de forma giyen ve attığı toplam 24 golle takımın skor gücünü yüklenen Kosta Rika'lı Bryan Ruiz'di (kendisine daha önce blogda değinmiştik). Takımda diğer dikkat çeken isimler ise forvet Blaise Nkufo ile orta sahada oynayan Miroslav Stoch'du. Ayrıca savunmada oynayan Ron Stam ile Peter Wisgerhof'ta istikrarlı oyunları ile şampiyonluğa büyük katkıda bulunan oyunculardı.


Şüphesiz yukarıda isimlerini saydığım oyuncuların bu başarıda oldukça fazla payları var ancak Twente'nin ilk şampiyonluğunu kazanmasında en önemli söz sahibi kişi Steve Maclaren'dir. Euro 2008 elemelerinde İngiltere ile yaşadığı hezimet sonrası İngiltere federasyonu tarafından görevine son verilen Mclaren geçen sene göreve başladığı Twente'yi önce lig ikinciliğine, bu sezon ise şampiyonluğa taşıyarak adeta tarih yazdı ve Twente'nin Alkmaar'dan sonra PSV, Ajax ve Feyenoord hegemonyasına son veren ikinci takım olmasını sağladı. Bu güne kadar Mclaren'den haricinde İngiltere dışındaki liglerde şampiyonluk başarısına ulaşan 5 teknik adam vardı. Bunlar;
  • 1950 yılında Juventus'u Serie A şampiyonu yapan Jesse Carver
  • Şu anda Hindistan'ın teknik direktörü olan ve 10 ayrı ülkede çalışıp 3 kez İsveç şampiyonluğunu kazanan Bobby Houghton
  • 1986 ve 1988'de Malmö ile İsveç şampiyonluğunu, 2001 yılında ise Kopenhag ile Danimarka şampiyonluğunu kazanan ve ayrıca bu sene Fulham'da harikalar yaratan ve Avrupa Liginde finale taşıyan Roy Hodgson
  • 1985 yılında Barcelona'yı La Liga şampiyonu yapan Terry Venables
  • 1991 ve 1992'de PSV ile Hollanda şampiyonluğunu, 1995 ve 1996'da Porto ile Portekiz şampiyonluğunu kazanan bu sene kaybettiğimiz efsane isim Sir Bobby Robson'dı.


Steve Mclaren ve futbolcular kadar bu şampiyonlukta söz sahibi olan Twente'nin taraftar grubu Ultras VAK-P'yi de unutmamak gerekiyor. Özellikle son 3-4 yıldır klubün sattığı bütün kombineleri tüketen ve takımın hep dolu tribünlere karşı oynamasını sağlayan Twente taraftarları bu harika şampiyonluğu fazlasıyla hak ettiler...

Not: 106 gol atmasına ve sadece 20 gol yemesine rağmen (Twente 63 atıp, 23 yedi) şampiyonluğa ulaşamayan Ajax ise ayrı bir post konusu...

29 Nisan 2010 Perşembe

Tottenham Hamit'in Peşinde


Basınımızda Tottenham'ın Arda ile ilgilendiği konuşulurken bugünkü İngiliz basınında Tottenham'ın sözleşmesi bu sene sonunda Bayern Münih ile bitecek olan Hamit ile ilgilendiği ve eğer Tottenham şampiyonlar ligine gidebilirse Hamit'in de bu teklife sıcak baktığı konuşulmaya başlandı...

28 Nisan 2010 Çarşamba

Barcelona 1-0 Inter




Bir maç düşünün ki maçta deplasman takımı 26. dakikada 10 kişi kalıyor, ev sahibi 627 pas yaparken konuk takım 160 pas yapıyor, ev sahibinin topla oynama yüzdesi 75 iken konuk takımın yüzdesi sadece yüzde 25 te kalıyor ama maç sadece 1 farkla tamamlanıyor ve ev sahibi takım bu kadar muhteşem istatistiklere rağmen gol dışında sadece 1 pozisyon bulabiliyor. Gerçekten bunu başarabilecek Mourinho'dan başka bir hoca var mı bilmiyorum. Dün maçta Mourinho ne kadar doğru işler yaptıysa Guordiola'da o kadar yanlış kararlar verdi. Rakip 10 kişi kaldıktan sonra ben Henry'nin oyuna alınmayıp Jeffren'in oyuna alınmasına hiç ama hiç anlam veremedim. Ayrıca Milito'nun sol bekte oynamasıda felaket bir karardı. Demek ki bir sezonda 6 kupa alan hocalarda hata yapabiliyormuş...


Dünkü maçtan çıkaracağımız derslere gelecek olursak:
  1. Mourinho şu anda tartışmasız dünya futbolunun en iyi taktisyeni (bir o kadar da antipatik ve itici)
  2. Eto'o Ibrahimovic'ten çok daha iyi bir takım oyuncusu. Takıma faydalı olmak demek sırt ile pas vermek ya da tusubasa golleri atmak değildir. 90 dakika boyunca mücadele etmek ve gerektiğinde son adam olarak savunmadan top çıkarmak demektir. Eto'o dün hem ileri uçta, hem de orta sahanın sağında ve solunda oynayarak nasıl bir takım oyuncusu olduğunu gösterdi. Ibra ne mi yaptı?Hiç bir şey...
  3. Ibra hem Messi'nin hem de Barca'nın oyun stiline zarar veriyor. Bence seneye kesinlikle gönderilmeli ve yerine Rooney gibi bir santrafor alınmalıdır.
  4. Bousqets Barca'da oynayacak çapta bir oyuncu kesinlikle değil. Motta'yı attırdığı pozisyonda da numara yaptı ve yerdeyken de bir gözüyle hakeme bakması da bunun en büyük kanıtı.
  5. Barcelona'da sıkıştığında diğer takımlar gibi çirkefleşebiliyormuş. Hem seyircisiyle hem de oyuncularıyla dün hakemi çok fazla etkilediler hakemin hatalı kararlar vermesine sebep oldular. Ama Allah'ın sopası yok ki son dakikada Bojan'ın attığı golü hakem hatalı bir kararla iptal etti. Maçtan sonra sahayı sulamalarına ise yorum yok...
  6. Messi kapalı savunmalara karşı oynamakta büyük sıkıntı çekiyor. Geçen seneki Chelsea maçları ile bu turdaki Inter maçları buna en güzel örnekler. Tabi Guardiola'nın Messi'yi dünkü maçta sağ kanada hapsetmesininde bunda büyük bir payı vardı.
  7. Maradona > Messi
  8. Cambiasso > bütün önliberolar
  9. Pique'nin attığı golü Türkiye'de atabilecek bir santrafor yok. O dakikada nasıl bir soğukkanlılık o öyle. Helal olsun...

Bu fotoğrafta numara yaptığı çok belli oluyor...

24 Nisan 2010 Cumartesi

Takip Edilmesi Gerekenler#9: Adam Matuschyk


Podolski gibi Polonya'nın kuzey şehirlerinden Gliwice doğumlu Adam Matuschyk son haftalarda Bundesliga'da en çok göze batan oyunculardan bir tanesi. Hem defansif orta saha, hem de kanatlarda görev yapan 21 yaşındaki Polonyalı takımı Köln'de orta sahanın solunda görev yapıyor. En önemli özelliği ise sahip olduğu yüksek top tekniği. Bunun yanı sıra her iki ayağını da çok iyi kullanabilmesi onun en büyük artısı. Eğer kendini geliştirmeye devam ederse bir kaç yıla kalmaz Bayern Münih onu transfer eder. Ayrıca Manchester United'ın da Matuschyk ile ilgilendiği biliniyor ancak şu aşamada Köln'ün onu satmaya hiç niyeti yok. Aşağıdaki videoda Hoffenheim'a attığı iki çok güzel golü bulunuyor...


Carvalho, Ballack ve Galatasaray


Chelsea'de gelecek yıldan itibaren kadroyu gençleştirme operasyonunun yapılacağı ve Carvalho, Deco, Ballack, Joe Cole gibi oyuncularla yolların ayrılacağı konuşuluyor. Eğer böyle bir durum gerçekleşirse bence Galatasaray hem Carvalho'nun hem de Ballack'ın peşine kesinlikle düşmelidir. Carvalho her ne kadar topu oyuna sokmada çok çok iyi olmasada Servetle karşılaştırıldığında çok daha üst seviyede topla oynama yeteneğine sahip. Ayrıca çok daha iyi bir kesici ve savunmacı. Ballack ise bu sene Galatasaray'ın orta sahada bolca çektiği iç oyuncu sıkıntısını fazlasıyla çözebilecek bir oyuncu ancak onun yerine daha genç bir oyuncunun alınmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Tabi birde Ballack gibi bir oyuncu Türkiye'ye gelir mi o da ayrı bir soru işareti...

19 Nisan 2010 Pazartesi

Haftanın En İyi 5 Golü



Bence en iyisi Maicon'un Juventus'a attığı gol...

Mehmet Okur 8 Ay Yok


Denver ile olan Play-Off ilk maçında aşil tendonu kopan Mehmet Okur'un 8 ay sahalardan uzak kalacağı açıklandı. Böylelikle hem Dünya Şampiyonasını hem de gelecek sezonun çoğunu kaçırmış olacak. Umarım en kısa sürede sahalara döner ama bence kendini toplaması en az 1,5 yılını alır...

Robben Şov


Bayern Münih'in Hannover'ı 7-0 ile geçtiği maçta Robben hat-rick yaparken attığı goller akıllara ziyandı. Özellikle ilk goldeki vuruşuna hayran kaldım. Attığı bu 3 golle bu sezon ligde 14 toplamda ise 19 gole ulaştı hem de hazırlık dönemini Bayern ile geçirmemesine rağmen...Maçın videosu aşağıda...

18 Nisan 2010 Pazar

Fenerbahçe 1-0 Beşiktaş


Aslında bu maçta konuşulması gereken Mustafa Denizli'nin yine bildik saçmalıklarından bir tanesine imza atmasıydı. Tam 85 dakika boyunca takımı 3 ön libero ile oynatarak ve Holosko'yu yedekte bekleterek ne planladı çok merak ediyorum. Ama sahada öyle bir hakem vardı ki bunları konuşmamıza engel oluyor. Son yıllarda izlediğim en rezalet yönetimdi. Her pozisyon sonunda Fenerbahçeli oyuncular neredeyse hakemi döveceklerdi. Tabi bir de verilmeyen penaltı ile Bilica'nın yaptığı utanç verici hareketler vardı. Bu maçta tebrik edilmesi gereken tek kişi Aziz Yıldırım'dır. Son 5-6 haftada hakemleri ve federasyonu öyle baskı altına aldı ki hakemler Fenerbahçe aleyhine düdük çalamaz oldular. Yazık...

11 Nisan 2010 Pazar

Harika Paslar # 5: Yine Xavi...






Yine Xavi yine Xavi...

Real Madrid 0-2 Barcelona II Dağ Fare Doğurdu # 2


Maçtan önce Real'in kazanmaya daha yakın olduğunu düşünüyordum. Bir de ilk 11'ler belli olduktan sonra Iniesta'sız, Ibra'sız ve Abidal'siz Barca'nın işinin oldukça zor olduğuna inanmaya başlamıştım ancak Barca beni yine yanılttı. Yanılmamda Pellegri'nin de önemli bir payı vardı. Hem Gago tercihi hem hiç bir şey oynamayan Van der Vaart'a dakikalarca sabretmesi hem de Ronaldo'yu zayıf Maxvell'in karşısına koymayıp stoperlerin arasında eritmesiyle maça damga vuranlardan birisi oldu.


Maçın en ilginç yanı ise ilk yarıyı yenik kapatan Real Madrid'te Pellegri'nin oyuna müdahele etmesi beklenirken yerine her şey istediği gibi giden Guardiola'nın müdahelelerde bulunmasıydı. İlk yarıyı 1-0 önde kapatmasına rağmen Puyol'u sağ bekten sol beke, Dani Alves'i sağ dıştan sağ beke, Maxvell'i sol bekten sol dışa, Pedro'yu da sol dıştan sağ dışa kaydırarak neredeyse takımın bütün yapısında değişikliğe gitti. Eğer bu hamle tutmasaydı şimdi herkes Guardiola'nın yaptığı hatalardan bahsediyor olacaktı ama Barca kazandığı için şimdi herkes Guardiola'yı dahi ilan edecek. Futbol işte böylesine garip bir oyun...
Maçtan önce herkes Messi mi Ronaldo mu diye tartışıyordu ama dün göründü ki her ikisi de değil en iyisi Xavi... İki golde de attığı paslar muhteşem ötesiydi. Neredeyse hiç top kaybetmeden harika bir maç çıkardı yine...


Rijkaard mecburiyetten dolayı Arda'yı ileri uçta kullandığı maçlardan sonra oldukça eleştirilmiş ve hatta futbolu bilmemekle bile itham edilmişti. Ama dün göründü ki mecbur kalındığı vakit Messi'de en ileri uçta oynatılabiliyormuş. Aslında daha önce Arshavin'in de yeri geldiğinde Arsenal'de santrafor oynadıtıldığını bilmekte Rijkaard'ın yaptığı denemenin çok da hatalı olmadığını ve bu kadar eleştirilmesinin anlamsız olduğunu ortaya koyardı ama ne yazık ki futbolu en iyi yorumlayan kişi olarak gösterilen Rıdvan Dilmen'in bile Avrupa futbolundan bu kadar uzak olduğu ülkemizde bu tür beklentilerin havada kalmasını normal karşılamak gerekiyor galiba. Dün Dilmen yaptığı yorumlarla kendisini iyice rezil etti. Hele son dakikalarda üçlü averajı ne diye tartıştılar bir türlü anlayamadım...


Dünkü maçtan çıkardığım en büyük ders ise ne zaman bir maçı büyük beklentilerle beklesem o maç oldukça sıkıcı geçiyor (Barcelona-Arsenal maçları hariç). Sezonun ilk El Clasico'sunu da günlerce beklemiştim ancak maçın sonunda yine hüsrana uğrayıp dağ fare doğurdu diye yazmıştım. Dünkü maçta son yıllardaki en sıkıcı Real-Barca maçlarından bir tanesiydi...

8 Nisan 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Yarı Finalistleri


Manu-Bayern maçından önce Rooney'nin oynayamayacak olması nedeniyle Manu'ya tur için şans tanımıyordum ama hem ilk 11'de Rooney'i görmem ile hem de Ferguson'un çıkardığı 11 nedeniyle Manu'nun turu geçeceğine inanmaya başlamıştım. Bir de üstüne ikinci dakikada Gibson'un altıncı dakikada ise Nani'nin golleriyle maçın bittiğini ve Manu'nun artık maçı domine edeceğini düşünüyordum. İlk yarının sonuna kadar da maç Manu'nun üstünlüğü ile geçti ve 40. dakika 3-0'lık sonuçla girildi. Ancak ne olduysa bundan sonra oldu. Carrick'in hatasından kaynaklanan Olic golü ile birlikte Manu strese girdi ve maç tamamen Bayern'nin kontrolüne geçti. İkinci yarıya da Bayern çok iyi başladı ve %70'lik topa hakim olma oranına ulaştı. Üstüne birde sağ bekte harika oynayan Rafael'in çok acemice ikinci sarıyı görüp atılmasıyla Bayern iyice yüklenmeye Manu'da iyice geriye yaslanmaya başladı. Burada takdir edilmesi gereken Bayern'in bıkıp usanmadan top çevirip topu bir Ribery tarafına bir de Robben'in tarafına taşımasıydı. Bu sabır sonucunu en sonunda verdi ve Robben'in golü ile Almanlar turu geçmeyi hak ettiler.
Bu skor ile birlikte kupadaki son İngiliz takımıda elenmiş oldu ve 2002-2003 yılından bu yana ilk defa bir Şampiyonlar Ligi yarı finali İngiliz takımları olmadan oynanacak. Eşleşmelere gelecek olursak Barcelona-Inter mücadelesinden Barca'nın, Lyon-Bayern eşleşmesinden ise Bayern'in turu geçeceklerine inanıyorum. Ancak yine de Mourinho'nun ve Lyon'un ne yapacakları belli olmaz. Sürpriz bir finalde görebiliriz...

6 Nisan 2010 Salı

Newcastle United Yeniden Premier Ligde


Newcastle United 361 gün önce veda ettiği Premier Lige dün akşamki Sheffield United galibiyeti ile yeniden döndü. Bu yıl oynadıkları 41 maçta 26 galibiyet, 11 beraberlik, 4 yenilgi alarak ligin bitmesine 5 hafta kala 89 puan toplamayı başardılar. 4 yenilgiyi de deplasmanda aldılar ve şu anda Championship'te evinde kaybetmeyen tek takım durumundalar. Kaleci Steve Harper 41 maçın 40'ında 90 dakika görev yaparken sadece sezonun ilk maçında 45 dakika oynayarak takımın istikrar abidesi olurken takımın yıldızlarından Kevin Nolan'da 40 maçta görev yaptı ve attığı 11 golle takımını taşıyan oyunculardan oldu. Newcastle'ın en golcü oyuncusu ise 34 maçta 13 gol atan Andrew Carroll. Geçen sene Championship'i lider tamamlayan Wolverhampton'ın 90 puan topladığını düşünürsek Newcastle'ın henüz 5 maç varken topladığı 89 puanın önemini daha iyi anlayabiliriz.
Geçen sene Premier Lige veda eden bir diğer takım olan West Bromwich'in de yeniden yükselmesi neredeyse kesinleşmiş durumda. Bakalım seneye ne durumda olacaklar...

1 Nisan 2010 Perşembe

Valencia 2-2 A.Madrid



İzlemedim ama cidden harika maç olmuş...

Harika Paslar # 4: Xabi Alonso, Pique, Xavi



Bizim ligimizde oynayan savunma ve orta saha oyuncularına ders niteliğinde birbirinden güzel üç harika pas...Paylaşmamak olmazdı...

31 Mart 2010 Çarşamba

Arsenal 2-2 Barcelona II Futbola Doyum Noktası


Kuralar çekildiğinden beri Arsenal'in Barcelona'yı durdurabileceğini ve en az onun kadar topa hakim olarak turu geçebileceğine inanıyordum. Bir de Iniesta'nın olmaması ve Fabregas'ın forma giymesi ile iyice ümitlenmiştim ancak Barcelona ilk 15 dakika öyle bir top oynadı ki akıllara ziyan. Ben hayatım boyunca böyle bir maç başlangıcı görmedim. Zaten oynanan oyunda istatistiklere aynen yansıdı (gol olarak değil ama). Bu süre zarfında Barcelona'nın 9 şutu varken Arsenal'in hanesinde 0 yazıyordu. Topla oynamalarda da Barcelona'nın %76'ya %24'lük gibi inanılmaz bir üstünlüğü vardı ki herhalde Arsenal bu kadar düşük oranları bir daha görmez. Maç bu şekilde ilerlerken üstüne birde Arshavin ile Gallas'ın sakatlanarak oyundan çıkmaları eklendi. Durum böyle olunca kadro derinliği zaten sınırlı olan Wenger'in ilerleyen dakikalarda oyuna müdahele etme şansı iyice azaldı. Arsenal'in tek şansı 5-0 bitmesi gereken ilk yarının Almunia sayesinde 0-0 bitmesiydi. Ancak ikinci yarının hemen başında Pique'nin inanılmaz topunu gole çeviren Ibra maçın gidişatını iyice belli etti. Bu golden sonra Bentner'in kafa vuruşunu Valdes'in çıkarması ise maçın kırılma noktalarından bir tanesiydi. Zaten kaçan bu pozisyonun ardından Xavi yine yaptı yapacağını ve Ibra'ya inanılmaz bir pas attı. Ibra'da kendine yakışır bir şekilde pozisyonu bitirdi.


Bo golden sonra her şey bitti diye düşünürken Wenger son kozunu oynadı ve Sagna'yı oyundan alarak yerine Walcott'u sahaya sürdü. Eboue'yi de sağ beke attı. Bu değişiklikten sonra Arsenal Barcelona'nın zayıf tarafı sol kanattan yüklenmeye başladı ve Walcott'un girişinden 3 dakika sonra Walcott ile gole buldular. Morallenen ve diri Walcott ile iyice yüklenmeye başlayan Arsenal ceza sahasında Puyol'un Fabregas'ı düşürmesi ile penaltı kazandı ve Fabregas ile de gole çevirdi. Pozisyondaki penaltı kararı tartışmalı olduğu gibi Puyol'a çıkan kırmızı kart tamamen yanlıştı. Arsenal'in bu baskısında Wenger'in oyuncu değişikliğinin ne kadar payı varsa Guardiola'nın yaptığı Ibra-Henry değişikliğinin de en az o kadar payı vardı.
Rövanş maçında Barca'da Pique ve Puyol, Arsenal'de ise Fabregas cezalı oldukları için oynayamayacaklar. Dünkü maçı izlememiş olsam Arsenal'in tur şansı olduğunu düşünebilirdim ama Barcelona'nın dünkü futbolundan sonra Arsenal'in turu geçme şansı yok...

30 Mart 2010 Salı

Bayern Münih 2-1 Manchester United



Maçın henüz başında Demichelis'in de hatasıyla gelen Rooney golü ile maç hakkında yapılan bütün planlar alt üst olmuştu. Daha doğrusu Bayern için alt üst olmuştu. Ama golden fazla hemen toplamayı bildiler ve fazla panik yapmadan rakip kaleye yüklendiler. Orta saha oyuncuları hem çok dirençli hemde teknik kapasiteleri yüksek olduğu için Carrick-Scholes-Fletcher üçlüsünden oluşan Manu orta sahasına karşı az da olsa üstünlük sağladılar. Bol pas yapıp gol için her varyasyonu denediler. Ortadan delmeye çalıştılar, sol kanattan Ribery ile zorladılar, sağdan Hamit ve Lahm ile denediler ama hücum hattındaki Müller ve Olic'in çok silik olmaları ve Ferdinand-Vidic ikilisi arasında ezilmeleri nedeniyle bir türlü istenilen pozisyonları bulamadılar. Bulduklarında ise Van der Sar'a takıldılar. Ancak burada takdir edilmesi gereken bir şey var ki o da Bayern Münih 90 dakika boyunca hiç bir zaman disiplinden uzaklaşmadı ve devamlı gol için denemeler yaptı. Eğer Robben olsaydı ya da Van Gaal Müller'in yerine daha fizikli Gomez ya da Klose ile maça başlamış olsaydı bence Bayern golü çok daha erken bulurdu.



Maçı çeviren hamle ise Ferguson'dan geldi. Çok anlamsız bir şekilde Carrick ve Park'ı çıkarıp Valencia ile Berbatov'u oyuna soktu. Valencia değişikliğini biraz olsun anlayışla karşılabiliriz ama Carrick'i çıkarıp Berbatov'u alarak ne planladı ben anlayamadım. Zaten bu dakikadan sonra da orta saha hakimiyeti tamamen Bayern'e geçti beraberlik golü biraz da şansın yardımıyla geldi. Golden sonra Vidic'in direkten dönen kafa topu maçın kesinlikle kırılma anıydı. Eğer o top gol olsaydı yarı final Bayern için hayal olurdu. 90+2 de Evra'nın hatasıyla topu önünde bulan Olic inanılmaz soğukkanlı bir vuruşla Van der Sar'ı avlamasını bildi. Maçtan sonra İngilizler yenilgiden çok Rooney'nin sakatlanarak oyundan çıkması nedeniyle telaşlandılar ama korktukları başlarına gelmedi ve Rooney'nin sakatlığının ciddi olmadığı açıklandı. Aksi bir durum söz konusu olsaydı Manu bu yılı kupasız kapatırdı ayrıca İngiltere Milli Takımıda Dünya Kupasına çok erken veda ederdi...

Takip Edilmesi Gerekenler#8: Bryan Ruiz Gonzalez


Twente 1973-74 sezonunda ligi Feyenoord'un arkasından, sadece 2 puan farkla ikinci sırada bitirdikten sonra ertesi yıl UEFA Kupasında final oynamış ancak kupayı Alman Borusissia Monchengladbach’a kaptırmıştı. Aradan geçen 35 yılda ulaştıkları en büyük başarı geçen sene Az Alkmaar’ın ardından elde ettikleri lig ikinciliğiydi. Bu sene ise Steve Mclaren yönetiminde şampiyonluğa doğru adım adım ilerliyorlar. Şu anda lig ikincisi Ajax’ın 4, üçüncü PSV’nin ise 5 puan önündeler ve önlerinde de hiçte zor olmayan bir fikstür var. Eğer şampiyon olmayı başarabilirlerse Az Alkmaar’dan sonra PSV-Ajax-Feyenoord hegemonyasına son veren ikinci takım olacaklar. Bu başarıda hiç şüphesiz en büyük pay sahibi takımı baştan yaratan Steve Mclaren. Ancak Steve Mclaren kadar bu başarıda pay sahibi olan bir kişi daha var. O da bugüne kadar ligde attığı 22 gol ve yaptığı 7 asist ile takımın gol yükünü çeken Kosta Rika’lı Bryan Ruiz Gonzalez. Bu sezonun başında 5 milyon € karşılığında Belçika’nın Gent takımından transfer edilen 24 yaşındaki Gonzalez hem her iki ayağını da çok iyi kullanabiliyor hem de hava toplarına oldukça hakim bir santrafor. Aşağıdaki videoda ligin son haftasında Sparta Rotterdam’a karşı 4 dakikada yaptığı hat-rick’i izlediğiniz vakit yukarıda saydığımız özelliklerini rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. En büyük artısı ise bu sene hiçbir maçı kaçırmayıp ne kadar istikrarlı bir oyuncu olduğunu göstermesidir. Geçen sezon adı Trabzonspor ile de anılan Gonzalez ile İngiltere’den Arsenal, Everton ve Tottenham’ın, İspanya’dan ise Sevilla, Villareal ve Atletico Madrid’in ilgilendiği Avrupa basınında sıkça dile getirilmekte.


28 Mart 2010 Pazar

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe


Maçın genelinde hiç bir şey oynamayan iki takım vardı sahada. Ama bir tarafta 40 metreden gelen topu içeri alan Leo Franco, bir tarafta ise maçı son dakikada yaptığı kurtarışla kazandıran Volkan oynuyordu. Bu maçla birlikte şampiyonluğun en büyük adayı Fenerbahçedir oldu benim gözümde. Ligin kaderini Fenerbahçe-Beşiktaş ile Bursaspor-Beşiktaş maçları belirleyecek. Yani bir nevi Beşiktaş şampiyonu belirleyecek takım olarak görünüyor. Fenerbahçe'yi hem de Emre olmadan kazandıkları için tebrik ediyorum...

Guiza#3



Guiza videolarına devam...

26 Mart 2010 Cuma

Avrupa Ligleri

Barcelona'nın geçen sene 6 kupa almasının yanında belki de gelmiş geçmiş en iyi futbol oynayan takım olması ve Fiorentino Perez'in buna karşı koyabilmek için II. Los Galacticos dönemini başlatmasıyla birlikte sezon başından beri bütün gözler İspanya Ligine çevrilmişti. Hatta Ronaldo, Kaka ve Xabi Alonso gibi yıldızların İspanya'ya transfer olması ile İspanya Liginin İngiltere Premier Ligini kalite olarak geride bırakmaya başladığı düşünülüyordu. Nitekim sezon başından bu yana hem Barcelona hem de Real Madrid oynadıkları futbolla göz dolduruyorlar. Ancak bu seferde İspanya'da bu iki takım ile geriye kalan 18 takım arasında dağlar kadar fark oluştu. Öyle ki birinci Real Madrid ile üçüncü Valencia arasında daha şimdiden 18 puanlık fark oluştu. Hatta Real Madrid ile 8. sıradaki ezeli rakibi Atletico Madrid arasındaki puan farkı 34'e ulaştı. Durum böyle olunca insanlar Real Madrid ve Barcelona'nın maçlarını izlerken sadece Messi ve Ronaldo'nun maç sırasında neler yapabileceklerini takip ediyorlar çünkü hiç kimse rakip takımlardan sürpriz bir skor beklemiyor artık. Mesela dün akşam ki Getafe-Real Madrid maçını izlerken aklımda en ufak bir şüphe yoktu Real'in puan kaybedeceğine dair. Maçı izlemekte ki amacım tamamen Real'in üst üste 9 maçta 3 ve üzeri gol atmasıydı ve bu sayıyı 10 maça çıkarıp çıkaramayacaklarıydı. Yani tek merakım yine 3 golü geçip geçemeyeceklerine dairdi ki henüz ilk yarıda 4 gol atarak bu beklentimi de karşılamış oldular. Bu nedenle maçın ikinci yarısını izlemektense 24 izlemeyi tercih ettim.



İspanya Liginde gelişmeler böyle iken ligimizde heyecan her geçen yıl artmakta. Daha önceleri şampiyonluk 3 büyükler arasında geçerken son 3 yıldır anadolu takımlarıda şampiyonlukta iddialı duruma geldiler. Özellikle Bursaspor'un Galatasaray'a 5 puan, Fenerbahçe ve Beşiktaş'a ise 6 puan fark atması ve fikstür avantajınıda elinde bulundurması ligimiz ve futbolumuz açısından oldukça sevindirici bir gelişme. Hatta öyle ki İspanya'da lider ile 3. takım arasındaki puan farkı 18 olurken ligimizde bu puan farkı ancak lider Bursaspor ile sekizinci İBB arasında gerçekleşmiştir.

İngiltere'de ise kalite hala en üst seviyelerde. Manu-Chelsea-Arsenal üçlüsü şampiyonluk için mücadele ederlerken tam 5 takım (Tottenham-M.City-Liverpool-Aston Villa-Everton) lig 4.lüğü için yarışıyorlar.

Fransa Ligue 1'da ise Lyon'un hegemonyasına Bordeaux'un geçen sene son vermesiyle birlikte bu sene tam 6 takım (Bordeaux-Montpellier-Auxerre-Marsilya-Lille-Lyon) şampiyonluk mücadelesi veriyorlar.


Bundesliga ise bu sene bence tartışmasız en zevkli futbolun oynandığı lig durumunda. Hem şampiyonluk mücadelesi hem de kümede kalma mücadelesinde rekabet en üst düzeyde. Ayrıca neredeyse her sene farklı bir takımın şampiyon olması yada şampiyonluk mücadelesinde yer alması bu lige ayrı bir heyecan katıyor.

Avrupa Liglerinden bahsederken Steve Mclaren'in takımı Twente'nin domine ettiği Hollanda Liginden bahsetmemek olmazdı. Geçen sene Az Alkmaar'ın galiba tam 34 yıl sonra Ajax-PSV-Feyenoord dominasyonuna son vermesi ile birlikte bu senede Twente şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerliyor. Küme düşme potasında da tam 7 takım birbirleriyle yarışmakta.

Lafın kısası bütün liglerde bu yılla birlikte çekişme azami seviyeye çıkmışken sadece İspanya liginde geriye doğru bir gidiş var...