Sayfalar

31 Ocak 2010 Pazar

Bize Kaldı Yine Hüsran


Bugün Arsenal'in Manu'yu yeneceğine ve üstlerinden güçlü takımları yenemiyorlar etiketini atacaklarına inanıyordum ama yine olmadı. En son Emirates'de yine 3 gollü bir mağlubiyet aldıkları Chelsea maçından bu yana yenilmiyorlardı ve oldukça da iyi oynuyorlardı. Fakat Noat Samisa'nın deyişi ile Arsenal için final haftası gelip çatmıştı. Önce Aston Villa, sonra Manu ve Chelsea, en sonunda da Liverpool ile karşılaşacakları iki haftalık bir periyod vardı önlerinde. Bu maçlardan alacakları sonuçlar onların şampiyonluk yarışında ne kadar iddialı olduklarını gösterecekti ama ne yazıkki daha ilk iki maçta 5 puan kaybettiler ve lider Chelsea'nin 5 puan gerisine düştüler. Hem de Chelsea'nin bir maç eksiği olmasına rağmen. Güçlü takımlara karşı devamlı kaybetmenin tek bir nedeni olabilir o da bu tür maçları kaldırabilcek tecrübedeki oyuncu sayısının Arsenal'de yeterince olmaması. Tamam takımı gençleştirmek ve dinamik bir takım yaratmak çok güzel düşünceler ama iş şampiyonluğa gelince işlerin böyle yürümediği ortada. Bu iki haftada alınan sonuçlar ile belli oldu ki şampiyonluk yine Chelsea ile Manu arasında gidip gelecek. Benim favorim Chelsea ama Ferguson'un takımınında hep bu haftalarda form olarak zirve yaptığını unutmamak gerekir.
Maç hakkında konuşup da Nani'den bahsetmemek olmazdı. Manu'ya geldiğinden beri oynadığı en iyi maçtı. İlk golde yaptığı hareketler akıl alacak gibi değilde. İkinci golde Rooney'e attığı pas ise tek kelime ile muhteşemdi...

Denizlispor 1-2 Galatasaray

Aslında bu maç hakkında konuşacak çok fazla bir şey yok. Bir tarafta Türkiye Süper Liginin Los Galacticos'u olarak gösterilen Galatasaray, diğer tarafta ise 18 maçta tek bir galibiyet alamayan ve neredeyse küme düşmesi garanti olan Denizlispor. Her ne kadar kağıt üstünde bu kadar fark olsa da maç başa baştı. Daha doğrusu sadece orta saha mücadelesi vardı. Her iki takımda düzgünce pozisyona giremedi.
Maça Galatasaray 4-5-1 dizilişi ile başladı. Savunmada Caner-Servet-Neill-Uğur, savunmanın önünde M. Sarp, içlerde Elano ile Emre Çolak, sağ ve sol dışta Barış ile Arda, ileri uçta ise Jo oynadı. Jo çok fazla güçlü bir oyuncu olmasa da hem çok gezmesi ile savunmanın dengesini bozuyor hem de çok hızlı ve teknik bir oyuncu. Özellikle ilk yarının sonunda Denizlili savunma oyuncusunu perişan ettiği pozisyonda ne kadar kolay adam gaçebildiğini gösterdi. Jo hakkında tek korkum Süperligin sertliğine dayanıp dayanamayacağı. Aynı korkuyu Dos Santos için de taşıyorum. Çünkü her iki oyuncu da sert oyuncular değiller.
Galatasaray'da en beğendiğim oyuncu Barış'tı. Hem ilk golün pasını verdi hem de çok mücadele etti. Arda'da ki düşüş ise gol atmasına rağmen devam ediyor. Yine çok top ezdi ve bir türlü efektif bir oyun sergileyemedi. Bence kaptan bu sene sonunda satılarak hem kulübe para kazandırılmalı hem de Arda'nın önü açılmalı.
Savunmada Neill ile Servet kusursuzlardı. Neredeyse hatasız oynadılar. Bence ara dönemde yapılan transferler içinde Galatasaray'a en fazla faydası dokunacak oyuncu hem tecrübesiyle hem de zekasıyla Neill olacak. Sağ bekte ise Sabri'nin yokluğu oldukça fark ediliyor. O olmayınca Galatasaray'ın sağ kanadının hücüm gücü oldukça düşüyor çünkü Uğur ileri çok fazla çıkamıyor, çıksa da iyi ortalar yapamıyor. Bugünde yenilen golde kademe hatası yapıp tutması gereken adamı kaçırdı. Caner ise her ne kadar istemediği mevkide oynasada hata yapmadı ve vasatın üzerinde bir maç çıkardı.
Leo Franco hakkındaki görüşlerim bu maç ile yine değişmedi. Bence oldukça vasat bir kaleci ve bir tek olsun maçı kazandıracak bir kurtarış yapamıyor. Hala Nonda'nın yerine Leo Franco'nun gönderilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Nonda bu kadar formsuz olsa da en azından arada bir maç kazandırabiliyordu. Leo Franco'nun geldiğinden beri bir tek maçkazandırdığını göremedim. Bugün yenilen golünde çıkarılabilecek bir top olduğunu düşünüyorum ama Leo yine basiretsiz kaldı bu pozisyonda da.
Dos Santos hakkında yorum yapmak için erken ama bence ileri uçta oynayabilecek bir oyuncu değil. Onun en başarılı olduğu mevki sağ kanat ama o mevkiye de Keita gelecek. Belki maç içerisinde Keita ile yer değiştirerek oynayabilirler.

Sivasspor 1-5 Fenerbahçe

Bu kadar eksiğe ve yolculuk sırasında çekilen eziyetlere rağmen Fenerbahçe'yi böyle bir galibiyetten dolayı kutlamak gerekir. 90 dakika boyunca oyuna hakim olan ve iyi oynayan tarafdılar. Deplasmanda 5 gol attılar ve en az bu kadar da kaçırdılar. Sivasspor'un durumu ise içler acısı. Eğer bu futbollarıyla ligde kalmayı başarırlarsa yazıklar olsun Türkiye Ligi'nin kalitesine. 1 lig'de oynayan bir takımın savunması bu kadar kötü olmamalı. Özellikle Uğur Boral'dan yedikleri her 2 golünden birbirinin kopyası olması ve Uğur'un elini kolunu sallayarak Sivasspor ceza sahasına girmesi savunmalarının nekadar kötü olduğunun en net göstergesiydi. Sivasspor açısından tek olumlu gelişme yaklaşık bir yıl sonra Mehmet Yıldız'ın sahalara dönmesi ve muhteşem bir gol atmasıydı. Ama maç sırasında göründü ki Mehmet Yıldız eski gücünde değil ve kondisyonu şu anda en fazla 60 dakikayı kaldıracak durumda.
Semih'e gelecek olursak yine çıktı sahaya ve 2 golünü atıp galibiyeti getirdi. Özellikle ikinci goldeki top kontrolü ve vuruşu çok üst seviyedeydi. Kesin olan bir şey varsa o da Semih'in bu formayı Guiza'dan daha fazla hak ettiğidir...

28 Ocak 2010 Perşembe

Yıldıray Blackburn'de

Hakan Şükür, Hakan Ünsal ve Tugay'dan sonra bir Türk daha Premier Lig'de Blackburn Rovers'ın formasını giyecek. Yıldıray 14 yıllık Bundesliga tecrübesinden sonra sezon sonuna kadar kiralık olarak Blackburn yolunu tuttu. Yıldıray yaptığı açıklamada 3 aydır Blackburn ile görüştüğünü ve Tugay'dan da bilgi aldığını söylemiş. Açıkcası Blackburn'un bu transferi niye yaptığını anlayabilmiş değilim çünkü Yıldıray bu sene Stuttgart'ta sadece toplamda 9 dakika forma giyebildi. Hadi Blackburn'de kendini yeniden bulabilir deyip bunu es geçsek bile Yıldıray gibi sık sık sakatlanan bir futbolcunun Premier Ligin temposuna ve sertliğine ayak uydurabileceğine inanmıyorum. Ama yine de bir Türk futbolcunun Premier Lige transfer olmasına çok mutlu oldum. Umarım başarılı da olabilir.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Dos Santos Galatasaray'da

En sonunda resmi açıklama da yapıldı ve Dos Santos resmen Galatasaray'ın futbolcusu oldu. Ama hala henüz kim ile yollar ayrılacak belli değil. Bana en mantıklı gelen Leo Franco'nun takımdan ayrılması çünkü Galatasaray'a fazladan verdiği hiç bir şey yok. Ancak ben hala Dos Santos ile aynı mevkide oynayabilen Caner, Kewell ve Arda varken bu transferin mantığını kavrayabilmiş değilim. Kafamı karıştıran diğer bir nokta ise Dos Santos gibi fazlada güçlü olmayan bir oyuncunun Türkiye Liginin sertliğine dayanıp dayanamayacağı. Bu transfer konusunda ümitli olduğum nokta ise oyuncunun henüz 20 yaşında olması ve Rijkaard'ın onun ne gibi yeteneklere sahip olduğunu çok iyi bilmesi. Camia için hayırlısı olsun...

26 Ocak 2010 Salı

Christopher Smalling Manu'da

Hangeland'ın sakatlanmasıyla ilk Premier Lig maçına Chelsea karşısında Stamford Bridge'de çıkmak zorunda kalan Fulham'ın 19 yaşındaki savunma oyuncusu Smalling'e o maçta hayran kalmıştım. Her ne kadar maçı kendi kalesine attığı şanssız bir golle tamamlamış olsa da Chelsea hücumcularına çok iyi karşı koymuştu ve bütün yan topları toplamıştı. Aslında kendi kalesine de gol atmazdı ama maç sırasında İbrahim Altınsay o kadar çok övmüştü ki çocuğa nazar değdi. Lafın kısası Fulham bir kaç maçta parlattığı Smalling'i £12 milyon gibi yüksek bir meblağa Manu'ya satmayı başarabildi. Bu transferle de Vidic'in Barcelona'ya gideceği hakkındaki söylentilerin doğruluk payı oldukça yükselmiş oldu.

Benitez Juventus Yolunda


İngiliz ve İtalyan basınlarında Juventus yönetiminin Ferrara'yı gönderip yerine Benitez'i getirmeyi düşündüğü yazılıp çizilmekte bir kaç gündür. Bu teklife de hem Benitez'in hem de Liverpool'un sıcak baktığı ve bu transferin yakında gerçekleşebileceği konuşuluyor ki eğer böyle bir transfer gerçekleşirse bu işten hem Ferrara'dan kurtulacak olan Juventus karlı çıkar hem de Benitez'e tazminat vermekten kurtulacak olan Liverpool.

Cabanas Vuruldu


Meksika takımlarından America'da forma giyen 29 yaşındaki Paraguaylı yıldız Salvador Cabanas Mexico City'de gittiği bir barda kafasından vurularak hastaneye kaldırılmış. Yapılan ameliyatın iyi geçtiği ancak başına isabet eden kurşunun çıkarılamadığı ve halen hayati tehlikesinin devam ettiği söyleniyor. Son günlerde Premier Lig takımlarından Sunderland'a gideceği söylenen Cabanas Paraguay Milli Takımının en büyük gol silahıydı. Umarım iyileşip hayata dönebilir en kısa sürede. Allah yardımcısı olsun...

25 Ocak 2010 Pazartesi

Its Keita what a goal what a moment



Keita 90'da 90'a attı ama yine de kazandıramadı takımına...

Milano Derbisi ve Mourinho Şov

Son günlerdeki Milan'ın form durumu ve E'too'nun Afrika Kupasında olması nedeniyle maçın favorisi olarak Milan'ı görüyordum ama Mourinho'nun Inter'i eze eze Milano derbisini kazanmasını bildi. Özellikle Milan'sa Nesta'nın olmaması ve yerine 38'lik Favalli'nin oynaması bu kaçınılmaz sonu hazırladı. Ta bi bir de maçın henüz başındaki Sneijder'in direkten dönen füzeside Milan'ı psikolojik olarak oldukça etkili.
Maça 4-3-1-2 dizilişi ile başlayan Inter'de E'too'nun yokluğunda ileri ikili de Milito ile Pandev görev yaptılar ve Milan'ı paramparça ettiler. Özellikle Pandev'e hayran kaldım. Milito'ya hem ilk golde attığı pas hem de ikinci yarının ortalarında attığı pas inanılmazdı. Eminim ki bu maçtan sonra Lazio yönetimi ve seyircileri kafalarını duvarlara vurmuşlardır böyle bir oyuncuyu bedelsiz olarak kaybettikleri için. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki hem Pandev hem de Milito birbirlerini çok iyi tamamlıyorlar. Birisinin yokluğunda diğerinden bu derece iyi bir performans beklemek hayal ürünü olur.
Eğer Sneijder henüz 25. dakikada atılmasaydı çok daha farklı bir skor da görebilirdik çünkü Inter inanılmaz rahat pozisyonlar buluyordu. Maçın kırılma anlarından birisi Sneijder'in gördüğü kırmızı iken diğeri ise ikinci yarının başında Ronaldinho'nun az farkla auta çıkan volesiydi. Eğer bu vole gol olsaydı Milan maçı kazanabilirdi.
Bu maçtan sonra Leonardo benim gözümden epeyce düştü çünkü henüz 25. dakikada 10 kişi kalmış rakibi karşısında yaptığı hamleler ya yanlıştı ya da geç yapıldı. En azından ikinci yarının başında forvet hattını çiftlemesi gerekirken o Gattuso'yu çıkarıp oyuna Seedorf'u aldı ve Borriello'nun Samuel ve Lucio arasında kaybolmasına göz yumdu. Huntelaar değişikliğini ancak dakika 80'e gelmişken ve skor 2-0 olmuşken akıl edebildi ama atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmişti.
Maçın benim açımdan güzel yanları San Siro'nun halı saha gibi zemini (Galatasaray maçından sonra göze inanılmaz hoş geldi), Beckham'ın ortaları ve bir kanattan diğerine attığı ayağa paslar ile maçın son dakikalarındaki Mourinho şovdu. Bu adam belki bir çok kişiye antipatik gelebilir ama futbola da ayrı bir güzellik kattığı bir gerçek.

Galatasaray 1-0 Gaziantepspor

Tv'yi açıp sahanın zeminini görünce hemen aklıma Uğur'un Konyaspor maçında 18 ay sakatlanmasına neden olan zemin geldi ve maçın başında dua ettim hiç bir futbolcunun sakatlanmaması için. Açıkcası bu tür zeminlerde federasyon hala niye maç oynatmakta ısrar ediyor anlamış değilim. Bu tür maçlarda hem futbolcuların sakatlanma riskleri çok yüksek oluyor hem de maçı izleyenlerde maçtan hiç bir zevk alamıyorlar.
Maça gelecek olursak Galatasaray eksikliklerinin çokluğunda 4-3-3 sistemi yerine Nonda'nın tek forvet olduğu, Arda'nın onun arkasında serbest olarak oynadığı ve Elano'nun ise M.Sarp'a yakın oynadığı bir sistemle maça başladı. Sol açıkta ara dönemin en formda oyuncusu Caner görev yaparken sağ açıkta ise Barış oynadı.
Sağ kanatta oynayan Uğur ile Barış'ın hücumda hiç bir şey üretememeleri nedeniyle Galatasaray bütün ataklarını Caner'in olduğu sol kanattan geliştirdi. Hatta Hakan Balta'nın Caner'e fazla destek olamamasına rağmen Caner çok efektif bir maç çıkardı ve Galatasaray adına maçın en pozitif adamı oldu. Onun arkasında oynayan Hakan Balta ise her ne kadar hücuma fazla destek olamasada devre arasında fiziken daha güçlenmiş olarak döndü ki bu da Galatasaray savunması için oldukça iyi bir haber. Sağ kanadın işlememesini ise iki nedene bağlıyorum. Birincisi Barış'ın toplu oyunda oldukça yeteneksiz bir futbolcu olması ve iki pas yapamaması, ikincisi ise Uğur'un zeminden dolayı çok ürkek olmasıydı. Elano ve Arda'ya gelecek olursak bu zemine rağmen Elano gayet iyi oynadı ve bence Caner'den sonra takımın en iyisiydi. Ancak Rijkaard'ın onu çıkarıp Jo'yu oyuna almasını anlayamadım. Hatta değişiklik tabelasında Elano kendi numarasını gördüğünde yaşadığı şaşkınlıkta kameralara çok iyi yansıdı. Tamam rijkaard'ın Jo'yu alıp çift forvete dönmesini anlayabilirim ama sahada bu kadar kötü Arda ve Barış varken çıkacak oyuncu Elano olmamalıydı. Arda ve Nonda ise takımın tartışmasız en kötüleriydiler. Takımları adına top ezmekten başka hiç bir şey yapmadılar. Keita döndüğünde ve Jo takıma yerleştiğinde yedek kalması gereken iki oyuncu Nonda ile Arda'dır bence. Savunmada görev yapan Neill hakkında yorum yapmak için henüz çok erken ama benim gördüğüm kadarıyla Galatasaray'ın şu anki mevcut savunma oyuncularından topu oyuna sokma konusunda çok daha başarılı.
Dos Santos transferine gelecek olursak yapılacak böyle bir transferin ben akla mantığa uygun bir tarafını bulamıyorum. Hele bir de Caner bu kadar form tutmuşken bu transfer oldukça gereksiz olacaktır. Bence yapılması gereken orta sahaya M. Sarp'ın yanına topu oyuna sokma kabiliyeti yüksek bir oyuncu almak olacaktır. Umarım Dos Santos söylentisi Üstünel'in daha önceki transferlerde medyayı uyutmak için kullandığı taktiklerdendir.

24 Ocak 2010 Pazar

Sıra Robinho'da mı?


Manchester City'de uzun zamandır mutsuz olduğu bilinen ve oynadığı (daha doğrusu oynamadığı) futbolla bütün M.City taraftarlarına saç baş yolduran Robinho'nun da diğer bir çok futbolcu gibi sene sonundaki Dünya Kupasında oynayabilmek için M.City'den ayrılacağı ve büyük bir ihtimalle Santos'a gideceği İngiliz basınında sıkça dile getirilmekye başlandı. Hatta "mutlu olmaktan daha değerli hiç bir şeyin olmadığı ve paranın mutluluğun yanında hiç bir öneminin bulunmadığına" dair İngiliz basınına açıklamalar yapmakta Robinho. Eee ne diyelim kendisi için hayırlı olsun. Kendisinin futboluna Real Madrid'de oynadığı dönemden bu yana bir türlü ısınamadım ama Elano ve Jo'dan sonra M.City'den Galatasaray'a gelmesine de hayır diyemem. Hazır Haldun Üstünel Londra'dayken bu transferi de bitirse ne güzel oldu:)))

Sesleniş


Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük. Adana7da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi., hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi...
25/08/1975 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden

23 Ocak 2010 Cumartesi

Tevez-Neville

Manchester City-Manchester United maçında Tevez'in gollerden sonra yaptığı duyamıyorum işaretini ben ilk başta Ferguson'a yaptığını zannetmiştim ama yanılmışım çünkü o hareketlerin gerçek muatabı Gary Neville'mış aslında. Maçtan önce bir gazeteye Tevez'in 30 milyon avro etmeyeceğini ve gönderilişinin doğru olduğu hakkında bir yazı yazmış Gary Neville ve bütün o hareketlerin başlangıcına sebebiyet vermiş. Maçta da Tevez'in duyamıyorum şeklinde yaptığı harekete orta parmağını göstererek karşılık vermiş. Tevez'de maçtan sonra altta kalmamış ve Neville'ın tam bir gerizekalı ve Ferguson'un yalakası olduğunu söylemiş ki bunun ne kadar doğru olduğunu Flyingdutchman'in yazdığı yazı ile bir kez daha görmüş olduk. Tüm bu olanlardan sonra ne mi oldu. Her iki oyuncuda ceza alcaklar ve rövanş maçında olmayacaklar. Manu Neville gibi bir vasıfsız bir oyuncusundan yoksun kalacakken M. City ise en formda oyuncusunu kaybetmiş oldu. Rövanş maçında bütün kalbimle City'i destekleyeceğim...

17 Ocak 2010 Pazar

Efsane Dönüyor mu?


Maçlarını izlemekten en çok zevk aldığım oyunculardan birisiydi Ronaldinho Barcelona'da oynadığı yıllarda. Belki de birincisiydi. Hatta Real Madrid'i Barnebau'da rezil ettiği ve kendisini Madridli taraftarlara alkışlattığı maç izlediğim en efsane maçlardan bir tanesiydi. Ama sonra bir anda düşüşe geçti Brezilyalı ve sorunlu adamlar listesine eklendi. Guardiola'da göreve gelir gelmez onun biletini kesti ve takımdan gönderdi. Açıkcası Barcelona'dan ayrılıp Milan'a gittikten sonra onun da Rivaldo gibi kaybolacağını ve bir daha eski günlerine dönemeyeceğini düşünüyordum ama bu günlerde oynadığı futbolla utandıracak galiba beni. Geçen hafta Juventus'a attığı 2 golden sonra bu hafta da Siena'yı 3'ledi. Özellikle attığı son gol tam onun klasına yakışır cinstendi. Umarım böyle oynamaya devam eder de hem biz özlediğimiz Ronaldinho ile hasret gidermeye devam ederiz hem de onun taşıdığı Milan şampiyonluk yarışında Inter'i yalnız bırakmaz da İtalya ligine bir zevk gelir.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Cumartesi Görünümü


Dünün analizine Chelsea'den başlamasak ayıp etmiş olurduk Ancelotti'nin takımına. Dün hem Drogba'nın hem de Essien'in (bana göre Chelsea'nin tartışmasız en önemli oyuncusu) maçta Premier Ligin kalburüstü takımlarından olan ve benimde çok beğendiğim Sunderland'i 7-2'lik skorla paramparça ettiler. Anelka forvette Drogba'nın yokluğunu hiç aratmadı ve iki gol attı. Maçın en güzel golü konusunda ise oldukça kararsızım. Hem takımdan ayrılmak istediği konuşulan Malouda'nın attığı gol çok güzeldi, hem de Ashley Cole'in attığı gol. Ama ben golden önceki muhteşem top kontrolü nedeniyle tercihimi Ashley Cole'den yana kullanıyorum. Bizim ligimizde topu o kadar yumuşak kontrol edip ayağının dışıyla bu kadar zor pozisyonda topu köşeye vurabilecek bir futbolcu olduğunu düşünmüyorum yada şu anda benim aklıma gelmiyor.
Manu ise her ne kadar Burnley karşısında 3-0 gibi net bir skor elde etmiş olsa da maç boyunca oldukça zorlandı. Özellikle durum 0-0 iken Burnley'nin kaçırdığı kontra ataklar gol olsaydı Manu sahadan büyük ihtimalle puansız ayrılırdı.
Liverpool ise Stoke deplasmanında hem Gerard ve Torressiz oynamasına hem de son dakikada gol yemesine rağmen bir puanı kurtarmayı başarmış. Ben maçı izleyemedim ama okuduğum maç yorumlarına göre Liverpool berbar bir futbol sergilemiş. Çanlar Benitez için için çalıyor...


İspanya'da ise Barcelona puan farkını açmaya başladı. Higuan'siz Real Madrid Bilbao deplasmanında 1-0 kaybettikten sonra Sevilla karşısına çıkan Barcelona maçın kilidini ikinci yarıda açtı ve 4-0'lık net bir skor elde etti. İkinci golde Xavi'nin Pedro'ya attığı ara pas ise muhteşemdi. Bu maçlardan sonra puan farkı 5 oldu. Sevilla ise kaybetmeye devam ediyor ve oldukça formsuz durumdalar.
İtaalya'da Inter yine puanı kılpayı kurtarmayı başardı. 2-0 geriye düştükleri Bari deplasmanında yeni transfer Pandev ile Milito'nun golleriyle 1 puanı almasını bildiler. Bu Mourinho çok şanslı adam vesselam ama Milan 2 maç eksiği ile 9 puan gerisinde Inter'in ve her hafta biraz daha yaklaşıyorlar. İnşallah Ronaldinho böyle oynamaya devam eder de İtalya Ligi'de eski tadını biraz olsun bulur...

12 Ocak 2010 Salı

Takip Edilmesi Gerekenler#7: Angel Di Maria


1988 doğumlu olan Arjantinli orta saha oyuncusu Angel Di Maria futbolculuk kariyerine Rosario Central'da başladıktan sonra 2007 yılında Benfica'ya transfer oldu. Ama büyük kulüplerin dikkatlerini asıl 2007 yılında yapılan 20 yaş altı Dünya Kupasındaki performansıyla çekti. Daha çok sol açık mevkinde oynayan Di Maria bu sene Portekiz liginde ve UEFA Avrupa liginde toplam 18 kez ilk 11'de sahaya çıktı. Şu anda Manu'nun Ronaldo ve Nani'den sonra Portekiz'den bir yıldız daha transfer etmek istediği ve bu yıldızında Di Maria olduğu konuşuluyor. Ayrıca Manu'dan başka Chelsea ve Inter'in de Arjantinli'nin peşinde olduğu İngiliz basınında sıkça dillendirilmekte. Bakalım hangi büyük takımın yolunu tutacak gelecek seneye...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Yok Böyle Bir Maç # 3



Togo'ya yapılan saldırı ile başlayan Afrika Kupası'nın ilk maçı inanılmazdı. Lyon-Marsilya ile Tottenham-Wigan maçlarından sonra bu seneki en inanılmaz maçtı Angola-Mali maçı. Ev sahibi takım 79. dakikaya 4-0 önde girmesine rağmen Mali maçı 4-4'e getirmesini bildi. Maçın tartışmasın en güzel golü Kanoute'nin harika kafa vuruşuydu. Mali'nin 90+4'te attığı gol ise derslik niyetindeydi. Hiç panik yapmadan ve topu şişirmeden bol pas yapıp golü buldular. Umarım bizim Milli Takımımız ve kulüp takımlarımız şu son golden biraz olsun ders çıkartabilirler.

8 Ocak 2010 Cuma

Viera City'de

33 yaşındaki Fransız'ın bugün resmi sözleşmeye imza atacağı ve İngiltere'ye tekrardan döneceği söylendi. Açıkçası Mancini'nin bu transfer ile neyi amaçladığını ben anlayamadım. Bu kadar çok sakatlık problemi yaşayan bir oyuncunun EPL'nin sertliğine ve temposuna nasıl ayak uyduracağını tahmin edemiyorum. Viera ise bu takımda oynamasına kesin gözle bakıyor olacak ki Dünya Kupasında tekrar oynamak için M.City'e geldiğini açıklamış. Demek ki Mancini onu cidden oynatmayı düşünüyor ve Bellamy ya da Ireland ikilisinden birisine kapıyı gösterecek.

3 Ocak 2010 Pazar

Manu 0-1 Leeds United

23 yıldır başka bir deyişle Ferguson göreve geldiğinden beri FA Cup'ta 3. turda elenmeyen Manu bugün hem de ezeli rakibi Leeds United'a Old Trafford'da 1-0 kaybederek FA Cup'a veda etti. Tamam her takım yenilebilir ama önemli olan Rooney ve Berbatov'un ilk 11'de başladığı, Owen, Giggs ve Valencia'nın yedekten oyuna dahil olduğu maçta Manu'nun topla oynama yüzdesinde bile Leeds United'ın gerisinde kalmasıydı. Maçtan önce İngiliz basınında Ferguson'un Leeds United'ın Premier Lige çıkmasını beklemeden FA Cup'ta paramparça edeceği düşünülüyordu ama derbilerin skorunun önceden belli olmaz söylemi bir kez daha doğru çıktı League One'da oynayan Leeds United Old Trafford'ta kazanmasını bildi. Maçın tek golünü ise Jermaine Beckford attı.

2 Ocak 2010 Cumartesi

Takip Edilmesi Gerekenler#6: Simon Kjaer


Takip edilmesi gereken oyuncular hakkında bugüne kadar yazdığım yazılarda hep ya forvetlerden ya da forvete dönük oynayan orta sahalardan bahsettim. Yeni yılın ilk postunda ise bir stoperden bahsetmek istiyorum çünkü onun 1-2 yıl içerisinde kesinlikle büyük bir takıma transfer olacağına inanıyorum. Bahsedeceğim isim 20 yaşındaki Danimarkalı Simon Kjaer. Profesyonel kariyerine 2007 yılında Midtjylland kolübünde başlayan Simon o sene 21 maçta oynadıktan sonra Danimarka'nın en yetenekli genç oyuncusu seçiliyor ve Avrupa'nın devlerinin dikkatini çekiyor. Hatta o zamanlar Real Madrid ve Liverpool'un onu istediğinde bahsediliyor ancak kulübü bu teklifleri reddedip onu ilginç bir şekilde Palermo'ya satmaya karar veriyor. Palermo ile 5 yıllık bir anlaşmaya varan Simon iyi bir savunmacı olmasının yanında 1.89'luk boyuyla da ileri çıktığında kafa toplarında da etkili olabiliyor. Bugüne kadar oynadığı maçlarda Kaka, Ibra, Diego ve Gilardino gibi oyunculara karşı ezilmeden hatta çoğu zaman onlara top bile göstermeden iyi mücadeleler sergileyen Simon ile Alex Ferguson'un ilgilendiği konuşuluyor İngiliz basınında. Palermo başkanı bu dedikodulardan sonra fiyatını 12 milyon avro olarak açıkladı ve bu fiyatla gelen her teklife açık olduklarını söyledi. Umarım Ferguson ya da Wenger gibi bir hoca ile çalışma imkanı bulup kendisini daha fazla geliştirebilir...